ÖZET
Amaç:
Alt ekstremite venöz yetmezliği, venöz kanın kalbe geri döndüğü normal tek yönlü dönüşün bozularak kan akışının iki yönlü olduğu bir durumdur. Varis tedavisinde açık cerrahiye alternatif olarak son on yılda cerrahi olmayan endovasküler prosedürler ve hibrid endovasküler prosedürler ortaya çıkmıştır. Biz bu çalışmamızda bir endovasküler yöntem olan endovenöz radyofrekans ablasyonun (RF) orta ve uzun dönem sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntemler:
Kiniğimizde Mart 2015-Ocak 2017 tarihleri arasında venöz yetmezlik tanısıyla RF uygulanan 150 hastayı çalışmamıza dahil ettik. 82 hasta kadın (%54,7), 68 hasta erkek (%45,3) idi. Yaş aralığı 21-68 idi. 139 hastaya spinal anestezi yapılırken 11 hastada genel anestezi uygulandı. Doppler USG kılavuzluğunda BSV’ye çoğunlukla diz altı seviye olmak üzere uygun seviyeden giriş yapılarak RF ablasyon kateteri ile süperfisiyal epigastrik venin yaklaşık 1 cm distalinden itibaren RF ablasyon uygulandı ve takiben flebektomi yapıldı.
Bulgular:
Hastaların postoperatif 1. ve 10. gün ile 1. ve 6.ay kontrolleri yapıldı. 6.ay kontrollerinde yapılan doppler USG’de 135 hastada (%90) BSV tam oklüde iken 15 hastada (%10), %40-60 oranında rekanalizasyon tespit edildi. 6 hastada (%4) derin venöz yetmezlik, 1 hastada (%0,7) perforan venöz yetmezlik tespit edildi. Bu hastada medial malleolde varis çorabı kullanımı ve yoğun medikal tedaviye rağmen venöz ülserasyon (C6) gelişti. 1. yıl kontrollerinde yapılan doppler USG’de 134 hastada (%89) BSV tam oklüde iken 16 hastada (%11) %40 oranında rekanalizasyon tespit edildi. 2. yıl kontrollerinde ise BSV açıklık oranlarında 1. yıl yapılan Doppler USG kontrollerinden farklılık saptanmadı.
Sonuç:
Toplumda yaygın olarak görülen venöz yetmezlik ve varis hastalığının tedavisinde radyofrekans ablasyonun orta ve uzun dönem sonuçlarını tek merkezli ve retrospektif olarak değerlendirdik. Uygun endikasyonla uygulandığında radyofrekans ablasyon başarı oranı yüksek, komplikasyon oranı düşük ve bunun yanında kozmetik sonuçlar açısından da başarılı bir uygulamadır.
GİRİŞ
Alt ekstremite venöz yetmezliği, reflü veya yetersizlik olarak da bilinir. Tüm periferik venlerde bulunan ince ve esnek valvler kanın geriye akışını engeller, valvlerin yetmezliği ya da hasarı venöz yetmezlikten sorumludur (1). Venöz kanın kalbe geri döndüğü normal tek yönlü dönüşün bozularak kan akışının iki yönlü olduğu bir durumdur. Semptomlar rahatsız edici, ağrılı ve çirkin olabileceği gibi ciddi vakalarda hareketliliği bozabilir ve ülser riskini arttırabilir (2). Venöz hastalıklar bacak ağrısı, şişlik, gece krampları, huzursuzluk, cilt değişiklikleri gibi durumlara yol açarak yaşam kalitesinin azalmasına neden olur. En şiddetli venöz hastalık vakalarında QOL(Quality of Life) skorları kronik akciğer hastalığı, sırt ağrısı ve artriti olan bireylerden daha kötüdür (3,4). Varisli damarlar genişlemiş ve tortüöz venöz yapılardır. Bunlar kronik venöz yetmezlik (KVY) sendromunun bir parçasıdır ve ödem, cilt pigmentasyonu, alt ekstremite ülseri, tromboflebit ve kanama gibi komplikasyonlarla ilişkilidir (5). Bu klinik varyasyon, kronik venöz bozukluklar için bir sınıflandırma sisteminin kullanılmasına yol açmıştır: C0= varikoz venleri yok, C1= çap olarak 4 mm’ye kadar olan telanjiektazi ve retiküler varisli damarlar, C2= belirgin varisli damarlar, C3= varis ile ilgili ödem, C4= deri pigmentasyonu, C5= iyileşmiş venöz ülser ve C6= aktif venöz ülser (6).
Alt ekstremite venöz yetmezliği prevalansı kadınlarda %25-40, erkeklerde %10-20 arasında değişmektedir. Yıllık insidans kadınlarda %2-6, erkeklerde %1,9’dur (7). Variköz venlerin bildirilen insidansı toplam popülasyonun %20 ila %64’ü arasında değişmektedir. Variköz venlerle ilişkili birçok durumda bulunan kalıntı varis oluşumları, yetişkinlerin %80’ine kadarında bulunabilir (8). Varisli damarlar (BSV ve dallarının yetersizliği), hastalar ve sağlık hizmetleri için önemli bir yük oluştururlar. Batı ülkelerinin çoğunda toplam sağlık harcamalarının %3’ünü venöz hastalıklar oluşturur (9). Varisli damarlar için tedavi, hastalara sağlıkla ilgili yaşam kalitesinde önemli iyileşmeler sağlayabilir (8).
KVY’nin başlıca tedavisi yaşam tarzında düzenlemeler ve eksternal kompresyon amaçlı varis çorabı kullanımı olsa da hasta uyumu oldukça düşük olduğundan uygun hastalarda cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Cerrahi tedavide büyük safen venin (BSV) safenofemoral bileşke düzeyinde dallarıyla birlikte bağlanması ile birlikte diz altı yüksek seviyeye dek strippingi uygulanmaktadır. Obez hastalarda kasıkta yara yeri enfeksiyonu ve iyileşme problemlerinin yanısıra özellikle kozmetik açıdan oldukça kötü sonuçlara yol açabilen açık cerrahiye alternatif olarak son on yılda cerrahi olmayan endovasküler prosedürler ve hibrid endovasküler prosedürler ortaya çıkmıştır. Bu teknolojik ilerlemelerle ilişkili olarak tüm dünyada gerçekleştirilen venöz ablasyon prosedürlerinde önemli bir artış olmuştur (10). Biz bu çalışmamızda bir endovasküler yöntem olan endovenöz radyofrekans ablasyonun(RF) orta ve uzun dönem sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEMLER
Kiniğimizde Mart 2015- Ocak 2017 tarihleri arasında venöz yetmezlik tanısıyla RF uygulanan 150 hastayı çalışmamıza dahil ettik. 82 hasta kadın (%54,7), 68 hasta erkek (%45,3) idi. Yaş aralığı 21-68 iken yaş ortalaması 42±10,8 idi (Tablo 1). Hastalarımızın tamamına operasyon endikasyonu Doppler ultrasonografi (USG) ile tanı konuldu. Doppler USG’de tüm hastalarda BSV’de grade 4 reflü mevcut idi. Hastaların tamamında derin venöz sistem normal olarak değerlendirildi. Kadın hastaların diz seviyesinde BSV çapı 5-8 mm arası olarak tespit edilirken, erkek hastalarda yine diz seviyesinde BSV çapı 5,5-9,8 mm arasında olarak tespit edildi. Diz seviyesinde BSV çapı 10 mm’nin üstünde olan hastalara RF uygulanmadı. Geçirilmiş derin ven trombozu, derin venöz yetmezlik, iyileşmiş/aktif venöz ülser, lenfödem, periferik arter hastalığı bulunan, immobil, gebe ve emziren hastalara işlem uygulanmadı. Hiçbir hastada her iki alt extremiteye ardışık girişim yapılmadı.
Hastaların preoperatif anestezi değerlendirmeleri sonrasında operasyondan hemen önce ayakta iken pakeleri çizildi. Yüz otuz dokuz hastaya spinal anestezi yapılırken 11 hastada genel anestezi uygulandı. Steril örtmenin ardından Doppler USG kılavuzluğunda BSV’ye çoğunlukla diz altı seviye olmak üzere uygun seviyeden seldinger tekniğiyle 7F kılıf yerleştirilerek (Resim 1) 7cm atış alanı olan RF ablasyon kateteri (ClosureFast™, Covidien, Mansfield MA, USA) (Resim 2) süperfisiyal epigastrik venin yaklaşık 1 cm distaline konumlandırıldı. +4°C’de 500 mL izotonik içerisine 50 mL %8,4 sodyum bikarbonat, 20 mL %2 prilokain, 0,5 mg adrenalin içeren tümesan anestezi solüsyonu, safenofemoral bileşkeden itibaren endovenöz sheat hizasına dek BSV çevresine enjekte edildi. Her 7 cm’lik segmentte 20 saniye boyunca 120°C’ye ulaşılarak RF uygulandı. Uygun olan hastalarda bu işlem üçlü döngü şeklinde uygulandı ve takiben flebektomi yapıldı. Pake insizyonları prolen dikiş ile sütüre edildikten sonra, pansuman ve elastik bandaj uygulanarak işlem sonlandırıldı.
Postoperatif ortalama olarak 5 saat sonra spinal anestezinin etkisi ortadan kalktığında hastalar mobilize edildi. 1. gün kontrolünde pansuman ve elastik bandaj uygulaması yenilenmesinin ardından hastalar kasığa kadar orta basınçlı (20-30 mmHg) varis çorabı ile Daflon 1x1000 mg, Deksketoprofen trometamol 2x1 reçete edilerek externe edildi. Postoperatif 10. gün kontrollerinde pake dikişleri alındı. 1. ve 6. ay ile 1. ve 2. yıl kontrollerinde doppler USG ile BSV açıklığı kontrol edildi. Varis çorabı kullanımı postoperatif 2. aya kadar önerildi.
BULGULAR
Hastalarımızın preoperatif CEAP klasifikasyonlarında 65 hasta (%43,3) C2, 45 hasta (%30) C3, 40 hasta (%26,7) C4 olarak tespit edildi. İntraoperatif yapılan doppler USG’de BSV çapı diz üstü bölgede erkeklerde 6,6 ±0,4 mm, kadınlarda 5,9±0,3 mm olarak belirlenmiş iken diz bölgesinde erkeklerde 5,8±0,2 mm, kadınlarda 5,2±0,3 mm olarak saptandı. Ortalama işlem süresi ise 32,6 dakika olarak belirlendi. Hastaların tamamında tek bacağa işlem uygulandı. 98 (%65,3) hastada sol bacağa işlem uygulanmışken, 52 (%34,7) hastada sağ bacağa işlem uygulandı. 141 (%94) hasta işlemden bir gün sonra taburcu edilmiş iken 9 (%6) hastada spinal anesteziye bağlı olarak meydana gelen baş ağrısı ve bulantı nedeni ile hidrasyon tedavisi uygulanmış ve operasyon sonrası 2. günde şikayetleri geçince taburcu edilmiştir.
Postoperatif 1. gün kontrollerinde 9 hastada (%6) BSV hattı boyunca eritem, 8 hastada (%5,3) diz üstü seviyede BSV trasesi boyunca hassasiyet, 1 hastada (%0,7) diz üstü bölgede hiperestezi saptandı.
10 .gün kontrollerinde eritemi olan 9 hastanın 7’sinde eritemde gerileme gözlenirken, geri kalan 2 hastada eritemin devam ettiği saptandı. Bu hastalardan bir tanesinde tromboflebit gelişti. BSV hattı boyunca hassasiyeti olan 8 hastanın 6’sında hassasiyet gerilerken 2 hastada hassasiyet sebat etti. 1 hastada var olan hiperestezi aynen devam etti. 4 hastada (%2,7) ekimoz, 1 hastada (%0,7) diz altı bölgede sellülit gelişti.
1. ay kontrollerinde, 10. gün kontrolünde eritemi devam eden 2 hastanın diz üstü seviyede BSV trasesi boyunca fibrotik bant oluşumu ve ciltte hiperpigmentasyon meydana geldi. 1 hastada meydana gelen hiperestezi devam ederken, sellüliti olan hastanın sellüliti geriledi. Hastaların hiçbirinde DVT gelişmedi. 1. ay doppler USG kontrollerinde 145(%96,7) hastada BSV tam oklüde iken, 5 hastada (%3,3) diz üstü seviye BSV’de %40 oranında rekanalizasyon tespit edildi.
6. ay kontrollerinde yapılan doppler USG’de 135 hastada (%90) BSV tam oklüde iken 15 hastada (%10) %40 oranında rekanalizasyon tespit edildi. Bu hastalarda ciddi venöz reflü saptanmadığı ve hastalar yeniden girişim istemedikleri için tedavilerine medikal, yaşam tarzı düzenlemesi ve kompresyon tedavisi ile devam edildi.Altı hastada (%4) derin venöz yetmezlik, Preoperatif CEAP sınıflamasına göre C4 olan 1 hastada (%0,7) perforan venöz yetmezlik tespit edildi. Bu hastada medial malleolde varis çorabı kullanımı ve yoğun medikal tedaviye rağmen venöz ülserasyon (C6) gelişti.
1. yıl kontrollerinde yapılan doppler USG’de 134 hastada (%89) BSV tam oklüde iken 16 hastada (%11) %40 oranında rekanalizasyon tespit edildi.
2. yıl kontrollerinde ise BSV açıklık oranlarında 1. yıl yapılan Doppler USG kontrollerinden farklılık saptanmadı (Tablo 2).
TARTIŞMA
Venöz yetmezlik ve varis için uygulanan konvansiyonel cerrahi (BSV’ye ligasyonla birlikte stripping ve varsa pake eksizyonu) günümüzde de uygulanmaya devam edilip çok iyi sonuçlar alınmakla birlikte, postoperatif ağrı, morarma, hematom, sinir yaralanması ve skarlaşma dahil olmak üzere iyi bilinen dezavantajları da vardır (11). Son on yılda, endovenöz lazer ablasyon (EVLA) ve RF dahil olmak üzere endovenöz termal ablasyon tekniklerinin ilerlemeleri variköz venlerin yönetimini önemli ölçüde değiştirmiştir.
RF kateteri ven duvarına temas ederek enerjisini damar duvarına iletir ve enerji burada ısıya dönüşür. Isı damar endotelinde enflamasyon, protein denaturasyonu ve tromboza yol açarak doku hasarı yaratır. RF uygulamasında ısı belirli bir aralıkta tutulduğundan uygulanan ven çevresindeki doku hasarı minimalize edilmeye çalışılır.
High ligasyon ve strippinge kıyasla RF’in düşük komplikasyon oranı ve iyileşme süresindeki belirgin azalma nedeniyle spesifik venöz hastalıkların tedavisinde minimal invaziv girişimlerin artan popülaritesine neden olmuştur (12). Venöz hastalığı tedavi etmek için RF dahil olmak üzere termal ablasyon prosedürlerinin sayısı son yıllarda birçok ülkede açık cerrahi prosedürlerinin sayısını geçmiştir (13). Bazı bilimsel ve tıbbi otoriteler Venöz yetmezlikte RF’yi ilk basamak olarak ve varisli damarlar için en iyi uygulama tedavisi olarak önermeye başlamışlardır (14,15).
Endovenöz RF Ablasyon ile ligasyon/strippingin karşılaştırıldığı EVOLVeS çalışmasında, konvansiyonel cerrahi yönteme kıyasla RF ablasyon uygulanan hastalarda günlük/iş yaşamlarına daha erken dönmelerinin yanında daha az ağrı ve daha iyi kozmetik sonuçlar gibi avantajlar sağladığı gösterilmiştir (16).
Açık cerrahide olduğu gibi endovenöz girişimler sonrası da DVT gelişebilir. Akça ve ark. yaptıkları çalışmada RF sonrası %0,7 oranında DVT gördüklerini bildirmişlerdir, bizim hastalarımızın ise hiçbirinde DVT gelişmedi.
Avacedo ve ark. yaptıkları bir çalışmada RF sonrası 3. yıl BSV’de rekanalizasyon oranı %8,7 olarak saptanırken bizim çalışmamızda ise 1. ayda %3.33, 6. ayda %10 saptanmıştır. RF’ın avantajları, erken dönem sonuçları yaygın olarak bilinmesine rağmen Whiteley ve ark. (17) 15 yıllık RF ablasyon başarısını %88 olarak bildirerek uzun dönem faydasını da ortaya koymuştur.
Kliniğimizde radyofrekans ablasyona ek olarak aynı seansta varsa variköz pakelere flebektomi yapılmakta, genellikle de postoperatif 6. aydan sonra da 1 mm ve daha küçük kalıntı variköz oluşumlara skleroterapi, telenjiektazilere de ekzovenöz lazer uygulanmaktadır. Toplamda bakıldığı zaman bu uygulamalar hastaların hızla normal yaşamlarına dönmelerine yardımcı olduğu gibi ciddi kozmetik düzelmeler de sağlayarak hasta memnuniyetini de arttırmaktadır.
SONUÇ
Toplumda yaygın olarak görülen venöz yetmezlik ve varis hastalığının tedavisinde RF ablasyonun orta ve uzun dönem sonuçlarını tek merkezli ve retrospektif olarak değerlendirdik. Uygun endikasyonla uygulandığında RF ablasyon başarı oranı yüksek, komplikasyon oranı düşük ve bunun yanında kozmetik sonuçlar açısından da başarılı bir uygulamadır.


