ÖZET
Amaç:
Hemifasyal spazm (HFS), 7. kraniyal sinir tarafından innerve edilen kasların kısa ya da ısrarcı, aralıklı seğirmesiyle karakterize bir hareket bozukluğudur. Bu çalışmada HFS hastalarında D vitamini düzeylerinin hastalık şiddeti ile ilişkisi olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
Yöntem:
Çalışmaya, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği Hareket Bozuklukları Polikliniği’nde takip edilen 46 HFS hastası dahil edildi. Hastalar düzenli olarak butulinum toksin enjeksiyonu tedavisi almaktaydı. Demografik veriler ile kışın ölçülen D vitamini, kalsiyum ve fosfor düzeyleri kaydedildi. Hastalık şiddeti 0-4 arası puanlık skorlamaya göre yapıldı. Hastalığın şiddeti ile D vitamini ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular:
Kırk altı hemifasiyal spazm hastasının yaş ortalaması 59,58±9,8 yıldı. Otuz beş hasta (%76,1) kadın, 11 hasta (%23,9) erkekti. Ortalama hastalık süresi 5,30±4,59 yıldı. Hastaların çoğunluğunda hastalık şiddeti orta ve ciddi düzeyde özürlülüğe yol açmıştı (n=18 (orta, %39,1), n=15 (ciddi, %32,6), sırasıyla). Hastalık süresi ve hastalık şiddeti arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0,512). Hastalık şiddetine göre D vitamini düzeyleri 4 grup arasında karşılaştırıldığında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0,291).
Sonuç:
D vitamini HFS’da hastalık şiddetiyle ilişkili değil gibi görünse de daha geniş hasta grubuyla kontollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
GİRİŞ
Hemifasyal spazm (HFS), 7. kraniyal sinir tarafından innerve edilen kasların kısa ya da ısrarcı, aralıklı seğirmesiyle karakterize bir hareket bozukluğudur. Hastalığın özelliği üst ve alt fasiyal kasları içeren istemsiz klonik ve/veya tonik kasılmalardır. Genellikle tek taraflı olmakla birlikte, <%1 kadar iki yanlı görülen olgular da bilinmektedir. Tipik olarak yaşamın 5. ya da 6. dekadında başlar, prevalansı 9,8/100.000 olarak bilinmekte ve kadınlarda 2:1 oranında daha fazla etkilenme görülmektedir. Hastalık iyi huylu olarak algılanmasına rağmen, hastalarda utanma, sosyal geri çekilme, yaşam kalitesinde etkilenme ve damgalanmaya yol açabilmesinin yanı sıra istemsiz bir şekilde gözün kapanmasıyla fonksiyonel olarak körlüğe de yol açabilmektedir. Primer HFS’nin en sık nedeni, posterior fossada fasiyal siniri ponstan çıkış yerinde baskılayan ektatik veya aberran bir damarın lokal demyelinizasyona yol açması olarak rapor edilmiştir. Hastalar ayrıntılı olarak muayene edilmeli ve sekonder nedenler dışlanmalıdır. Tedavide güncel yaklaşım üç ayda bir, seğiren kaslara uygulanan botulinum toksin (BoNT) uygulamasıdır (1,2).
D vitamini 2 prohormon halinde bulunan yağda çözünen bir vitamindir. D2 vitamini (ergokalsiferol) besinlerden alınır ve D3 vitamini (kolekalsiferol) ultraviyole ışığa maruz kalındığında deride oluşan formdur (3). Yimi beş-hidroksi D vitamini [25 (OH) D vitamini], vücuttaki D vitamini düzeyini gösteren en iyi göstergedir. D vitaminin ana fonksiyonu kalsiyum (Ca) ve fosfor (P) homeostazisi ve kemik metabolizmasını düzenlemektir (4). Ancak, D vitamininin kemik metabolizması harici hücre diferansiasyonu ve proliferasyonunda da görev aldığı saptanmış (5) olup nöroprotektif etkileri de olduğu düşünülmektedir (6). Buradan yola çıkarak, bu çalışmada HFS hastalarında D vitamini düzeylerinin hastalık şiddeti ile ilişkisi olup olmadığını saptamayı amaçladık.
YÖNTEM
Çalışmaya, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği Hareket Bozuklukları Polikliniği’nde takip edilen 46 HFS hastası dahil edildi. Hastalar düzenli olarak BoNT enjeksiyonu tedavisi almaktaydı. Demografik veriler ile D vitamini, Ca ve P düzeyleri kaydedildi. Hastalık şiddeti 0-4 arası skorlamaya puanlık skorlamaya göre yapıldı (0= normal, 1= hafif özürlülük, 2= orta özürlülük, fonksiyonel bozukluk yok, 3= orta özürlülük, fonksiyonel bozukluk var, 4= ciddi özürlülük) (7). D vitamini düzeyleri eksiklik (<20 ng/mL), yetersizlik (21-29 ng/mL) ve yeterli (30-100 ng/mL) olarak gruplandırıldı (8). Hastaların D vitamini düzeylerine, bahar ve yaz aylarında Antalya ilinde (Antalya enlem: 36,8°) hastadan hastaya güneşlenme miktarı değişebileceğinden kış aylarında bakıldı. Hastalığın şiddeti ile D vitamini ilişkisi değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistik yapıldı. Özet istatistikleri ortalama ± standart sapma olarak ifade edildi. P<0,05 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bu çalışma için, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Etik Kurulu’ndan 2019-034 no ile etik kurul onayı ve katılımcılardan bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır.
İstatistiksel Analiz
Tüm istatistiksel analizler Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) v21 programı kullanılarak yapıldı.
BULGULAR
Kırk altı HFS hastasının yaş ortalaması 59,58±9,8 yıldı. Otuz beş hasta (%76,1) kadın, 11 hasta (%23,9) erkekti. Ortalama hastalık süresi 5,30±4,59 yıldı. Yirmi altı hastada (%56,5) hastalık süresi 1-5 yıl arasında, 20 hastada (%43,5) 5 yılın üzerindeydi. Taraf olarak bakıldığında, 25 hastada (%54,3) sol, 21 hastada (%45,7) sağ tarafta etkilenim gözlenmekteydi. Hastaların çoğunluğunda hastalık şiddeti orta ve ciddi düzeyde özürlülüğe yol açmıştı (n=18 (orta, %39,1), n=15 (ciddi, %32,6), sırasıyla) (Tablo 1). D vitamini seviyelerinin ortalaması 16,27±7,87µg/L, ortalama Ca düzeyi 9,52±0,54 mmol/L ve ortalama p düzeyi 3,16±0,58 mmol/L’ydi. Hastalık süresi ve hastalık şiddeti arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0,512). Hastalık şiddetine göre D vitamini düzeyleri 4 grup arasında karşılaştırıldığında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0,291) (Tablo 2). Cinsiyete göre hastalık şiddeti ve D vitamini düzeyleri karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı (E, p=0,945, K, p=0,077) (Tablo 2).
TARTIŞMA
Bu çalışmada hastalık şiddeti ve D vitamini düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Literatürde daha önce tik bozukluğu olan Çinli çocuklarda serumda 25 (OH) D vitamini seviyelerine bakılmış ve hastalığın şiddetiyle ilişkisi değerlendirilmiş. Hastalarda kontrol grubuna göre 25 (OH) D vitamini seviyelerinde anlamlı düşüklük ve hastalık şiddetiyle negatif korelasyon saptanmıştır (9). Yine hareket bozukluklarından Parkinson hastalığında (PH) yapılan bir meta-analizde D vitamini eksikliğinin PH’nin şiddetiyle korele olduğu ve PH gelişiminde artan riskle ilişkisi olduğu gösterilmiştir (10). D vitamininin aktif formu vücudumuz için normal fizyolojik fonksiyondan sorumludur. Bu aktifleşmeden sorumlu olan enzim 25 (OH)D vitaminini 1,25 (OH)2 D3’e çeviren böbrekteki 1α-hidroksilaz enzimidir. D vitamini reseptörleri (VDR) bazı özel VDR genlerinin kontrolü altındadır. VDR olmayan farelerde yapılan çalışmalarda motor fonksiyonlarda belirgin bozulma dikkati çekmiştir (11). 1α-hidroksilaz ve VDR’nin insan beyninde özellikle substansia nigra ve hipotalamusta eksprese olduğu saptanmıştır (12). Bir hayvan çalışmasında D vitaminin tirozin hidroksilaz pozitif hücreleri arttırdığı ve PH semptomlarını kötüleştiren enflamatuvar cevabı inhibe ettiği gösterilmiştir (13). Ayrıca VDR genindeki tek nükleotid polimorfizmlerinin PH’lerindeki D vitamini seviyelerinde etkisi olduğu saptanmıştır. Bunun yanında D vitamininin nöroprotektif etkileri olan bazı nörotrofik faktörlerin (sinir büyüme faktörü, nörotrofinler ve glial hücre çizgisi türevli nörotrofik faktör) salınımında önemli bir role sahip olduğu da bilinmektedir (14,15). D vitamini, bu nörotrofik faktörleri arttırarak indirekt olarak dopaminerjik devreleri yeniden yapılandırır. Yağda eriyen bir vitamin olduğundan kan-beyin bariyerini kolaylıkla geçer ve fizyolojik etkilerini gösterir. PH’lerinin nöronlarında α-sinüklein agregatları oluşmaktadır ve D vitamini analoglarının α-sinüklein agregatlarını downregüle edebildiği gösterilmiştir. Sonuçta halen patogenez tam olarak anlaşılamamıştır (16,17). HFS’deki mekanizma ise fasiyal sinirde ponstan çıkış yolunda ektatik veya aberran damarın basısına bağlı olarak lokal demyelinizasyon gelişmesidir. Bu basının HFS’ye yol açmasını sağlayan birkaç teori öne sürülmüştür. Birincisi periferik teori; komşu nöronlar arasında oluşan impulsların efaptik transmisyonu sonucu anormal ateşlenmeye yol açması, ikincisi ise santral teori; sinirin periferik lezyonlarından irritatif geribildirim sonucu fasiyal motor nükleusun hipereksitabilitesi sonucunda hemifasiyal spazmın oluşabileceği düşünülmektedir. Miyelinizasyon, efaptik transmisyonun doğal bir inhibitörüdür ve lokal kompresyon nedeniyle oluşan demiyelinizasyon hemifasiyal spazma yol açar. Böylece, vasküler anormalliklere ek olarak, fasiyal sinirin demiyelinizasyonu ve buna bağlı immünolojik faktörler spazm ile ilişkilidir (1). Multipl skleroz (MS) gibi santral sinir sisteminin kronik enflamatuvar demyelinizan hastalığında yapılan birçok çalışmada da D vitamini eksikliğinin özürlülükle ilişkili olduğu saptanmıştır (18,19). D vitamini eksikliği ile MS ve özürlülük arasındaki ilişkinin enflamatuar mekanizmalarla açıklanabileceği öngörülmektedir. D vitamininin nörotrofik faktörleri arttırarak nöroproteksiyona yol açması sonucunda da D vitamini eksikliğinin nöroprotektif büyüme faktörlerini azaltarak özürlülük artışına yol açabileceği düşünülmektedir (20,21).
Buradan yola çıkarak bizim hipotezimiz çalışmamızda D vitamini eksikliği olan hastalarda hastalık şiddetinde artış olup olmadığını saptamaktı. Literatürde HFS hastalarında benzer bir çalışmaya rastlamadık ancak biz bu ilişkiyi çalışmamızda gösteremedik. Bunun birkaç sebebi olabilir. Biz hastaları primer ve sekonder HFS olarak ayırmadık. Fasiyal sinirin vasküler kompresyonunun interlökin-6 (IL-6) gibi sitokinlerin çeşitliliğinde bir artışa neden olduğu ve kraniyal sinirlerden ektopik impulslar üretmek için sinyal yollarında önemli bir rol oynayabileceği gösterilmiştir (22). Vasküler kompresyon oranlarındaki değişiklikler ve buna bağlı sinirdeki fokal demyelinizasyon ve IL-6 oranları hastalar arasında farklı olabilir. Bu da mevcut D vitamini düzeyine göre farklı BoNT tedavi yanıtını ve farklı derecedeki hastalık şiddetini açıklayabilir. Ayrıca hastalarda hastalığın baskın olarak üst yüz yarısından başlangıç göstermesi veya üst ve alt eş zamanlı başlangıç (1) da sorgulanmamıştır. Bu da tedaviye direnci veya hastalık şiddetini belirleyen bir faktör olabilir. Hastaların BoNT tedavisine başlama zamanları ve kaç yıldır BoNT tedavisi uygulandığı da sorgulanmamıştır. Yapılan çalışmalarda uzun yıllar boyunca düzenli tekrarlanan enjeksiyonlarla tutarlı bir yanıt saptanmış olup bizim hastalarımızın kaç yıldır ve kaçıncı kez uygulandığı ve tedavide aksatma olup olmadığı sorgulanmamıştır. Primer ve sekonder HFS ayrımı yapılan bir çalışmada, sekonder HFS’de spazm şiddetinin daha hafif olduğu saptanmıştır. Her iki grubun da BoNT uygulamalarına iyi cevap verdiği ancak yan etkilerin sekonder HFS’de daha fazla olmasından kaynaklı daha az dozlarda BoNT uygulanmasının gerekliliği bildirilmiştir. Ayrıca bizim çalışmamıza benzer şekilde sol tarafın tutulumu sağdan biraz daha fazla görülmüştür. Bu sol taraftaki baskınlık vertebrobasiler arteriyel sistemin sol tarafındaki vasküler anomalilerin prevalansının yüksek olmasına atfedilmiştir (23).
Türkiye’de 2019’da yapılan bir çalışmada D vitamini eksikliğinin prevalansı %75 olarak saptanmıştır. Yaz aylarında kış aylarına göre D vitamini oranlarının arttığı gözlenmiştir (24). Biz bu çalışmayı Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde olan Antalya ilinde (enlem: 36,8°N) yürüttük. Bu bölge bilindiği gibi daha fazla güneş ışığına maruz kalınan ve daha ılıman bir bölgedir. Bahar ve yaz aylarında bireyler değişik derecelerde güneş ışığına maruz kalabilirler. Bu nedenle standardizasyonu sağlamak için D vitamini düzeylerine kış aylarında bakmayı tercih ettik.
SONUÇ
Sonuç olarak, biz sadece D vitamininin hastalık şiddetiyle ilişkisine baktık. D vitamini HFS’de hastalık şiddetiyle ilişkili değil gibi görünse de daha geniş hasta grubuyla bahsettiğimiz kıtlılıkların giderildiği kontollü çalışmalara ihtiyaç vardır.


